Hepimiz görüyoruz bu dünyada bir kişi bir kişinin işyerinde çalıştığı zaman kendi çalıştığı kadar bu iş veren kişi ona ücret veriyor. Eğer fazla çalıştıysa görüyoruz “Fazla mesai yaptı,” diyor fazla mesai yapan kişiye biraz daha fazla ücret veriyorlar.
Dünyada nasıl böyle ise ahirette de böyledir. Allah-u Zülcelâl'in razı olacağı salih amelleri yapanlara, nafile ibadetleri yapanlara sevap ve mükafat verilecektir. Herkes ancak kendi amelinin karşılığını Allah'tan alabilir. Hiçbir şey yapmadan “Allah bana cenneti versin,” diye istenilir de ama böyle hareket etmek uygun değildir.
Allah azze ve celle bu konuda ayeti kerimede şöyle buyuruyor:
“Yoksa Biz, iman edip salih amellerde bulunanları, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar gibi (onlarla bir) mi tutacağız?” (Sad, 28)
Yani Allah-u Zülcelâl diyor ki, “Onları bir tutmayız.” Başka bir ayeti kerimede ise şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki, iyilik yapan (ebrar) Naim (cenneti) içindedirler. Şüphesiz ki (kötülük ve günahları çekinmeden işleyen) facirler de (yakıcı ateşle dolu bir cehennemde) cahim içindedirler.” (İnfitar, 13-14)
Herkesin şunu bilmesi lazım; herkes yaptığının karşılığı kadar Allah'tan sevap alabilir. Allah-u Zülcelâl’in mükafatını kazanmak için de iki büyük temel üzerinde durulmuştur. Yani Allah-u Zülcelâl’i razı etmek ve böylece Allah-u Zülcelâl'in cennete koyduğu, cehennemden muhafaza ettiği kullarından olmak için dikkat edilecek iki husus vardır: Birincisi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin mutabaatını yapmak. İkincisi de ihlas.
İhlas Çok Mühimdir
İhlas yani her şeyi Allah için yapmak. Onun için her zaman diyorum, her kişi için, daima dünyada iken önüne bir şeyler çıkabiliyor. Bir şey önüne geldiği zaman daima bir duraklama yapacak; “Bu şey Allah'ın rızasına uygun mudur, yoksa razı değil midir?” diye düşünmek lazımdır.
Eğer o şeyi yapmandan Allah-u Zülcelâl razı olacak ise lazım yapmak, razı değil ise yapmamak lazım. Bunu yaparken de şöyle niyet etmek: “Ya Rabbi, bunu senin rızan için yapıyorum.”
Yapmadığı zaman da; “Ya Rabbi sen bunu bana yasak ettin, onun için, bunu senin rızan için yapmıyorum.” Yeryüzünde devamlı böyle yaptığımız zaman ahirette selamete kavuşuruz.
Ama hep böyle gafletle yani sanki hesap yoktur, bir şey yoktur, önümüze ne rast gelirse yapmanın sonu ahirette çok tehlikelidir.
Allah'ın emir ve nehiylerine uyarken niyetimiz, “Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tarafından getirildiği için, O’na uymak için yapıyorum,” şeklinde olsun. Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.”” (Al-i İmran, 31)
Bu ayeti kerimedir. Bunun için Peygamber Efendimiz aleyhisselamın mutabaat yapan, Ya Rabbi senin rızan için yapıyorum,” diye niyet ettiğinde Allah-u Zülcelâl onu sevecek, razı olacaktır.
Yine önümüze gelen yanlış bir şeyi yapmadığımız zaman da “Allah için yapmıyorum,” diye niyet etmek suretiyle amelimizi bu şekilde yapalım, inşallah. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor hadis-i şerifinde:
“İmanın en üstünü nerede olursan ol ‘Allah benimle beraberdir,’ dediğin zaman bu imanın en üstün derecesidir.”
Sen nerede bulunursan, bir kutunun içinde olsan dahi kimse seni görmese bile o şekilde bilmek imanın en efdali, en faziletli derecesidir.
Zaten son nefeste iman üzere gittiğimiz zaman her şey kolay olur. Yeter ki imanı kurtaralım. Onun için nerede olursan ol “Allah bizimledir, beni görüyor,” diye düşünelim.
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah radıyallahu anh bir gün ya Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye gidiyor veya Medine'den Mekke’ye gidiyordu. Çok tenha bir yerde çobana rastladı. Çobanı denemek için sordu:
- Bana bir koyun satmaz mısın? Çoban:
- Koyun benim değildir, başkasınındır, dedi. Abdullah bin Ömer radıyallahu anh:
- Bir şey olmaz, sahibine dersin ki kurt yedi. Bana sat ben sana para vereyim.
Çoban düşündü:
- Allah nerede o zaman?
Bu söz Abdullah bin Ömer'in hoşuna gitti. O köle çobanı sahibinden satın alıp azad etti ve onu Medine'ye getirdi. Ne zaman yolda ona rastlasa:
- Allah nerede? Diyor. O kelime çok hoşuna gitmiş.
Bir insan işte böyle daima Allah azze ve cellenin insanla beraber olduğunu bilirse, inanırsa, kolay kolay günah yapmaz, amel-i salih yapar. Çünkü düşünecek, “Allah-u Zülcelâl daima beni görüyor. Beni salih ameller işlerken gördüğü zaman benden razı olur. Razı olmadığı günahları işlersem bu günahlar beni cehenneme götürür,” diye kendini muhafaza edecek.
İşte bunun için insanların hepsi bu şekilde davranırsa Allah'ın rızasını kazanmış olur.
Rahmetini Mahsus Kıldığı Kullar
Ayet-i kerimede:
“Allah rahmetini dilediği kişilere has kılar.” (Al-i İmran 74) buyuruyor.
Yani Allah-u Zülcelâl rahmetini istediği kişilere ayırıyor, tahsis ediyor. Ne mutlu onlara.
Allah'ın rahmetini tahsis etmesi demek, imanını kurtarmak, cennete girmek demek. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem demiştir ki:
“Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez (ancak Allah'ın rahmetiyle girer.”
“Sen de mi ya Resulallah!” dediklerinde de:
“Evet ben de, meğer ki Rabbim beni rahmetiyle sarıp sarmalamış olsun.” (Buharî, Rikak, 18; Müslim, Münafikîn, 71-73).
“Evet Allah rahmetiyle muamele etmezse, rahmetine daldırmasa Ben de kendimi kurtaramam,” diyor Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem.
Allah'ın rahmetini has kılması için de kişinin imanla ve salih ameller işleyerek Allah'ın rahmetini hak etmesi lazımdır. Eğer murakabe ile “Allah-u Zülcelâl her yerde, her zaman beni görüyor,” diye düşünerek Allah'ın razı olacağı şekilde salih amel yapan kişilere Allah rahmetine has kılar. Onlara rahmeti ile muamele edecek, yani amellerini kabul edecek, kusur ve hatalarını örtecek, affedecek, iyiliklerine kat kat mükafat verecek.
Ne mutlu o kişiye, Allah azze ve celle kendi rahmetine hasretmiş. Onu kendi dinine hizmet etsin diye seçmiş. İnşallah teala böyle bir manzara, Allah için buraya, sohbet dinlemeye gelmek… Allah'ın bize bu hizmeti nasip etmesi… Allah'ın rahmetine has ettiği kullarından olurlar, İnşallah. Ne mutlu onlara bu nasip olmuş.
Biz de elimizden geldiği kadar Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme mutabaat edelim, yani bütün ibadetlerimizde, ahlakımızda, insanlara muamelelerimizde onun sünnetine uyalım.
Bu Nasibin Kıymetini Bilelim
Tevbe etmek ve tevbe ettikten sonra Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselama mutabaat etmek suretiyle Allah'ın yoluna hizmet yapmak çok büyük bir nasiptir. Bu nasibin kıymetini bilelim. Çünkü bu şekilde davrandığı zaman onun önüne ne zaman Allah'ın razı olacağı iyilikler, salih ameller geldiği zaman onu yapacak, önüne Allah'ın haram kıldığı şeyler geldiği zaman yapmayacaktır. Böyle davrandığı zaman Allah'ın rızasına talip olan kişidir.
Bir kul böyle Allah'ın emir ve nehiylerine ihlaslı bir niyetle uyduğu zaman Allah azze ve celle Cebrail aleyhisselama diyor ki: “Filan kulum benim rızamı istiyor, ben ondan razı oldum, sen de ondan razı ol!”
Bakmayın böyle sessiz olduğuna, biz görmüyoruz ama yaptığımız veya yapmadığımız her şeyde Allah-u Zülcelâl bazı kullarına rahmetini has kılıyor, bazı kullarını kendine yaklaştırıyor.
“Ya Rabbi senin rızan için yapıyorum,” diye niyet ettiğimiz zaman Allah-u Zülcelâl bundan haberdar oluyor. Daima Allah azze ve celle kullarının kalplerine bakıyor ya. Kalbimizde bu niyeti gördüğü zaman Cebrail aleyhisselama diyor ki: “Filan kulum benim rızama taliptir. Benim rızam için amel yapmıştır ve Ben ondan razı oldum, Sen de ondan razı ol.”
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki:
Allah Teala bir kulu sevdiği zaman Cebrâil aleyhisselama:
“Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrail aleyhisselam onu sever ve sonra sema ehline (Meleklere):
- Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz, diye seslenir. Sema ehli (Melekler) de o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
Allah Teala bir kula buğzettiği zaman, Cebrail aleyhisselama:
“Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrail de onu sevmez. Sonra Cebrâil sema ehline (Meleklere):
- Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Melekler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır. (Müslim, Birr 157)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamı seviyoruz, çünkü Allah-u Zülcelâl ondan razı olduğu için. Evliyaları seviyoruz, Allah-u Zülcelâl onlardan razı olduğu için.
İşte Allah-u Zülcelâl bir kişiden razı olduğu zaman Cebrail aleyhisselam ondan razı oluyor, melekler ve yeryüzündeki müminler ondan razı oluyor. Çünkü Allah azze ve celle “Onları Ben seviyorum, siz de sevin,” diyor.
Öyleyse hepimiz böyle Allah'ın razı olduğu kullardan olmayı isteyelim ve dua edelim Allah bize nasip etsin böyle olmayı inşallah. Böyle davrandığımız zaman inşallah-u Teala hem dünyayı kazanmış oluyoruz hem dünyada böyle yaşayacağız ölünceye kadar, hem de ahirette ebedil ebed güzel bir hayat sahibi olacağız.
Dünyada da biz görüyoruz çünkü Allah yolunda olmayan kimseler birbirine vurur, bir bıçak vurup öldürüyor. Herkes Allah'ın emir ve nehirlerine uyduğu zaman hem dünyayı kazanıyor hem ahireti kazanıyor.
Bazı boşanmalar oluyor. Hanım diyor; “Böyle olsun,” erkek diyor “Böyle olsun.”
“Ya ikimiz de bırakalım bunları, Allah ne diyorsa, Allah'ın dediği gibi yapalım.”
Bitti. O zaman hiçbir sıkıntı kalmaz. Ne senin dediğin gibi olsun ne benim dediğim gibi olsun, Allah'ın dediği gibi olsun.
Allah bizi yarattığı zaman böyle bir yol da bize nasip etmiştir. Hem dünyada ferahlıktır, hoştur. Hem ahirette… O zaman Allah'ın emrettiği gibi yapalım. Dünyada da kazanalım, ahirette de kazanalım.
Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacağı şekilde amel-i salih nasip etsin. Bizi kendi nefsimize teslim etmesin. O bizi hayırlara kullansın inşallah. Amin