Bugün, 21 Kasım 2024 Perşembe

RASİM GÜL


Saraya giremeyen adalet

SARAYLARA GİREMEYEN, DOĞRULUK


Padişah Sultan Abdülmecid’e hitaben 1867’de 18 sayfalık mektup yazarak saraydaki çevrilen dolapları anlatan, Mısır Prensi Fazıl Ahmet Paşa ‘’Padişahların sarayına en güç giren şey doğruluktur’’ diyor. 1867 den 2022’ye kadar geçen 155 yıllık sürede küçük istisnalar hariç, Padişahların sarayına doğruluğun yanında, adaletin ve şeffaflığın da giremediğini ilave ederek söze devam edelim.

155 yılın 100 yılı Cumhuriyet dönemidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş dönemi yokluk, isyan ve devletin yapılaşması, Türkleşmesi, Türk Kültürünün diriltilmesi, cumhuriyet ve demokrasinin anlatılması, bugün dahi yakalanamayan bir büyüme ve kalkınma mücadelesiyle geçti. 1923’den 1939’a kadar geçen15-20 yılını değerlendirdiğimizde doğruluğu, adaleti ve şeffaflığı rahat görebiliyoruz.

Dünya’yı ateşe veren, 1939’den 1945’e kadar altı yıl devam eden İkinci Dünya Savaşını altı yılı Dünyamızın altı kâbus yılları olmuştur. Bu Cehennemden ayakta kalarak çıkmayı başaran ülkelerden biride Türkiye’dir. Bu başarısından dolayı Türkiye tarihe geçmiş ve genç Türkiye Cumhuriyetini ayakta tutmuştur.

Esas mesele, 1945’de Nato’ya girme ve 1946’da çok partili sisteme geçmekle başlıyor. Ülkeye güç ve mutluluk getirmesi beklenen bu iki olaydan sonra tam tersi iç ve dış kavga artıyor. Kalkınma ve büyüme oluyor ama buna paralel doğruluk, adalet ve şeffaflık da azalıyor. Gerçek bağımsızlığa yakalaması gereken, Türkiye adım, adım bağımsızlığından taviz verme siyasetine devam ediyor.

Günümüzden tam 488 yıl evvel, meşhur şair FUZULİ:

‘’Selam verdim, rüşvet değüldür deyü almadılar,

Hükm gösterdim faidesüzdür deyü mültefit olmadılar.’’ Diyor. Mültefit: (İltifat etmediler, kabul etmediler.)

Fuzuli ve Mısır Prensi Mustafa Fazıl Paşa’nın yazdıklarını okuyup derin derin düşündüğümüzde, doğrulukta, adalette ve Şeffaflıkta bir arpa boyu yol aldığımız söylenebilir. Yazık çok yazık yaklaşık 500 yılda alınan mesafe bir arpa boyu olmamalıydı. Üç (Y) diyerek yola çıkanların, sanıyorum üç (Y) yi tekrar gözden acilen geçirmeleri ve lafla değil icraatla cevap vererek, verdikleri sözü tutmaları gerekiyor.

Cumhuriyetle Padişah sarayı kalkıyor ama yerine Halkın Sarayı değil Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların, Bakanların, Valilerin, Belediye Başkanlarının, Milletvekillerinin, İl Müdürlerinin, Özellikle İktidar Partisinin İl ve İlçe Başkanlarının, İl ve İlçe Yönetim Kurulu Üyelerinin, Belediye Meclisi Üyelerinin, İl Genel Meclisi Üyelerinin, Yarı Kamu Kuruluşu Niteliğindeki Sivil

Toplum Örgüt Başkanlarının ve Muhtarların Sarayı kuruluyor. Saydığımız yöneticiler içinde Sarayını, hatta Gönül Sarayını halka açanlar dolaysıyla gerçekten DOĞRULUĞA, ADALETE VE ŞEFFALIĞA hizmet edenler olabiliyor ama bunların çabaları, Huzur, güven ve mutluluk getirmeye yetmiyor. 15-30 yaş arası nesli tatmin etmiyor, güven sağlamıyor.

Sarayların yanında bir de kimsenin giremeyeceği ve kapısının anahtarının kimsede olmadığı ‘’GÖNÜL SARAYI’’ var. Devlet, halk adına ve ekonomik olarak güç elde ettiği için Güç sarayında oturanların, ‘’Gönül Sarayı’’ndan yüze dokuzunun haberinin olduğunu sanmıyorum.

Şair Âşık Sefai bu konuda ne diyor:

‘’Gönül sarayının ela gözleri,

Kaparsa kapıyı açmaz bir daha,

İncinmesin diken solması gülü

Ağlatma goncayı açmaz bir daha.

Oturdukları Sarayın kapılarını, halka açanlar, oturdukları koltukların geçici olarak verildiğini, verilme nedeninin de halka ve hakka hizmet olduğunu bilenlere ne mutlu. Bilmeyenlare de sözümüz yok. Saray ve koltuk ellerinden gittikten sonra, gerekeni Halk ve Hak yerine getirir.

                                                               HAYROLA, MUVAFFAK OLA, MUZAFFER OLA.