[caption id="attachment_7910" align="alignnone" width="210"]

Yalan yerine doğruyu konuşmalıyız[/caption]
Yalansız dünya yok der gibi, sürekli yalana baş vururuz. Aslında başkasını kandırdığımızı ve aldattığımızı zannederiz ama asıl kendimizi aldatırız. Yalan çok çirkin ve doğru olmayan ahlaki bir durumdur. Toplum olarak yalanı adet ve alışkanlık haline getirmiş bulunmaktayız. Bu konu da önce aileler çocuklarından başlayarak yalan yerine çocuklarına doğru şeyler öğretmelidir.
Kendisine yalan söyleyerek alışkanlık haline gelen yalanı ilk duyduğumuz insanlar tabii ki anne babamızdır. Daha çok çocuk yaslarda, bir yerlerde bir sekil annemizin yalanını çok bozmuşluğunuz mutlaka olmuştur hepinizin, anne niçin yalan söyledin denildiğinde ise alınan yanıt; ? bu yalan değildi evladım? öyle söylenmesi gerekiyordu. Çünkü çocuk alışır yavaş yavaş, onunla büyür hatta kendisi de ayni oyununu oynamaya baslar, kim kimi kandırabilirse, ama peki niye?
Eşini, dostunu, postunu inkâr eden yalana bas vuran insanların sayısı yüksek, en çok yalanı sevmediği birisine gönlü koş olsun diye ?seni seviyorum? derken kullanır insanoğlu, neden? Hiç düşündünüz mü?
Arkadaşlık da. Dostluk da, evlilikte iste araya yalan işin içine girerse ve bu hissedilirse sonu olmaz. Ama buna rağmen yalana devam eder insan.
Son zamanlar yaşanan afetler kadar çoğaldı yalan, yine son zamanlar hastalık halini aldı ki yalan çaresi yok tabi de. Çaresi olmayan bir hastalığa yakalanırsa insan olacağı buydu. İnsanlar mı yalan olmuş. Yalan mı insan olmuş belli değil.
Eşine dostuna ailesine kardeşine bacısına iş arkadaşına doktoruna patronuna, öğretmenine hocasına, hacısına, kim kaldı başka yani herkese yalan söylenir karşısına oturunca.
Peki, o an insan kendisine asil yalan söylediği gerçeğini fark etmez mi? Alışılageldiğinden bunu gerçekmiş gibi yapmaya devam mı eder? Evet, ise niçin?
Konu yalan olunca kimseyi rencide etmeye kimsede suç aramaya onu bunu daha çok yalan söyler diye hesap etmeye hacet yok, en yakın örnek yine kendimize kendimiziz. Çok basit bir soruydu bu, herkesin bildiği hepimizin yakından ilgilendiği, şu an bile okurken omuz silktiği ben yalan konuşmam diyecek kadar cüretkâr davrandığı bir konu
çok uzunca ele almaya gerek duymadım.
Kendimize birazcık da olsa samimi olmayı deneyelim. Yalandan sıyrılmaya imkân yok ama azaltmaya çalışalım. Yalan söylemiyorum diyen kişilerine en büyük yalanı yalan söylemiyorum diyerek ortaya koymuş olduğunu bildiğimiz halde çaresizce öyle bakarız.
Bir atasözü ile bitireyim yazımı. yoksa bu yazı uzadıkça uzar.
?Doğru ol, doğruyu söyle. Üzüntü getiren doğru, sevindiren yalandan iyidir.
Yine başka bir atasözü
?Yalanla iman bir arada bulunmaz.? Yâda, daha doğru bir şekilde soru değiştirilecek olursa,
İnsanlar neden asil kendisine yalan söylerken, başkasını kandırıyorum sanır?
Neden yalan söylenir? Niçin yalan söyleriz? Nasıl utanmadan yalan konuştuklarımızın yüzüne bakabiliriz? Yalansız bir dünya da herhalde yok.
Evet nasıl olsa yalandan adam ölmüyor, bu dünyada nasıl olsa insanları aldatıyoruz.
AKSARAY SPORU TEBRİK EDERİM
3 lige yükselme maçını Mersin de yapan Aksaray spor şampiyon olarak üçüncü lige yükselmiştir. Senelerdir özlediği yükselme hasretini Mersinde penaltı atışları sonunda şampiyonluğu elde etmiştir. Aksaray spora üçüncü ligde başarılar dilerken emeği geçen herkesi tebrik ederim. Mersine koşan binlerce taraftarları da tebrik ediyorum.
Şehirden köye kaçmak istiyorum
Paylaşımlarım da görüyorsunuzdur, ben belli yaştan sonra eski hayatımı özlüyorum. Bahar geldiğinde kendimi kırlara, köylere ve doğaya atarım. Şehrin dedikodusu ve boş laflar dinleme dense doğada oksijen ve köyümle birlikte diğer köylerde dolaşmak doğal hayat içerisinde olmayı seriyorum. Ama gelin görün ki, benim kos koca köyüm ufacık kalıp küçülmüş. Öyle bir döneme geldik ki, benim gibi kuşaklar şehirden köye kaçmak isterken, yeni nesilde köyden şehre kaçmak istiyor. Hatta yeni evlenecek genç kızlar artık köyde oturan gençlerle evlenmek istemiyor. Bahçelerde büyüyen pancarlardan tekerlekli kağnılar yapıp sürmek istiyorum. Artık beton yığınları beni mutlu etmiyor, mutlu olmuyorum. Ama hayat şartları bizi bu hayattan bırakmıyor. Neden mi gelin size anlatayım.
Anamın ekmek tandırında pişirdiği o fasulyeleri koklayarak yemek istiyor insan. Ne yediğimizin tadı var nede aldığımızın tadı var.
Stres ve psikolojik rahatsızlıklar inanın artık çağın hastalığı olmuş. Hastanelerde baksanız en çok psikiyatri uzmanlarının önünde yüzlerce hasta kuyrukta. Çoğu genç ve yeni evlenen gençler. Nedeni ise şehir hayatından mutsuzluk ve istediğini elde edememek.
Aslında gençlerimiz bir bilse şehir hayatının ne kadar zor ve meşakkatli olduğunu. Hayatın güzelliğinin şehirde olduğunu zannediyorlar. Ama bir gün şehirde sıhhat ve hayatın olmadığını elbet görecekler.
Onlar zannediyor ki kemer ede oturmak fakirlik ve geri kalmışlık. Apartman betonları arasında oturmayı modernlik zannediyorlar. Halbuki buralar modern hapishanelerdir. Buradaki yeşillik ve çiçekler doğallıktan uzaktır.
Şehir hayatının zorlu yorucu ve gürültülü ortamında insan hep bir huzur arıyor. Bu huzuru da genelde doğa ile iç içe olan mekanlarda bulabiliyor. Peki, insan huzuru neden doğa ile iç içe olan mekanlarda bulabiliyor? Bunun sebebini hiç düşündünüz mü? Belki insan geldiği toprağı ve bir parçası olduğu doğaya özlem duyuyor olamaz mı? Evet, evet ! Kesinlikle özlem duyuyor.
Günümüzde şehirleşmenin hızla artması ve köy hayatının kaybolması insanları stres ve sıkıntıyla baş başa bırakıyor. İnsan bir özlem duyuyor taşa, toprağa, ağaca. Oysa şehirde sadece gürültü var ve beton yığını var. Yapmacık sözde parklar ve ağaçları ben doğanın bir parçası bile saymıyorum. Çünkü insana bir lezzet vermiyor ne yazık ki.
Köy hayatının kaybolmasıyla organik gıda da yiyemez olduk. Çocukluğumda yediğimiz ne varsa organikti neredeyse. Kış ayında domatesi görmek garip gelirdi bize. Ama zamanla alışır olduk kışın domates yemeye. O hormonlu domatesler nimete küfür gibi olmasın aynı saman gibi. Dışı şişirilmiş parıl parıl parlıyor. İçinde bir damla su yok. Tat yok. Tuz yok. Ara sıra köyüme gittiğimde köy domatesi yeme şansı bulurum. İnanın yemek yemeye gerek yok. Domates ekmek yeseniz lezzetine doyamazsınız. Domatesi ilk ısırdığınızda eğer acemi iseniz muhakkak ya üstünüze domatesin suyu sıçrar ya da ağzınızdan suyu akar. Domates böyle olmalıdır.
Köy yumurtası da çok aradığım yiyeceklerden. Normal yaşantıda (daha doğrusu normalleşen yaşantıda) yumurtalar küçücük ve tatsız tuzsuz. Yumurta kırıldığı zaman veya piştiği zaman kokuyu bile zor duyuyorsunuz. Oysa köy yumurtası kırıldığında evin içini bir yumurta kokusu kaplar. Kolay kolay da çıkmaz bu koku.
Gerçekten nereden geldiğini unutmuş insanlar olarak topraktan, doğadan uzaklaştık. Oysa sağlık toprakta, doğada. Sağlık köy hayatında. Ama dışarıdan bakıldığında sanki köy hayatı sefillik gibi düşünülür. Oysa sağlığın kaynağıdır.
Temiz havayı köylerde rahatlıkla solursunuz. Duman yok, is yoktur köylerde. Bu da sağlık için çok önemlidir.
Gariptir köydekiler de şehir yaşamına özenirler. İşte bu özenti insanlığı bu hale getirmedi mi? Bundan fazla değil 30 sene kadar önce bu ülkede ekmek fırını çok azdı. Çünkü herkes kendi ekmeğini kendi yapardı. Şimdi köylere bile fırınlar açılıyor. Artık insanlar üretmek istemiyor. Hazırı istiyor. Hal böyle olunca da çalışmayan vücutlar, şehir hayatına dayanamıyor. Hastalıklar, stres baş gösteriyor. Bir huzur arıyor. Soruyorum size istemez miydiniz şimdi çıplak ayakla çimenlerin üstünde yürümeyi ?